|
|
|
Romanda fantastikle gerçek öyle güzel içiçe geçmiş ki
ne fantastik diyebilirim ne de realist... Zaten hayatın
kendiside öyle değil mi?...
|
|
|
MOR ÖLÜM ve Mutlu HASPOLAT
İlk defa İzedebiyat’ta görüldü ‘Mor Ölüm’ romanı... Ama daha pek çok İzedebiyat okuru görmeye fırsat bulamadan siteden çekildi. Ardından da Sanem ALTAYLI’nın romanı çekildi. Fantastik roman kümesine bir virüs girmişti sanki. İzedebiyat’ta görünüp kaçan ‘roman bölümleri’ bir kitap olarak vitrinlere dağılmıştı...
Sn. HASPOLAT yine bu sitede yazdığı bir eleştiride Sanem ALTAYLI Hanımefendi’yi yeriyor ve uzun uzun onun yaptığı hataları anlatıyordu eleştirisinde. Bazı İzedebiyat okurları kendisine katılırken bazıları da onu yerden yere vurmaktan çekinmiyordu. Hatta Haspolat sadece Altaylı’yı değil, ona iltifat eden okurları bile eleştiriyordu. Aslında en çok okurları eleştiriyordu desek yeridir. Bu polemik İzedebiyat’ta uzun süre devam etti. Belki faydalı da oldu. Ancak HASPOLAT bize kendi yazdığı romanı eleştirme hakkı vermeyip siteden romanını çekince, ben de Mor Ölüm adıyla yayınladığı romanını okudum... Asıl amacım onun romanını daha önce okuduğum Sanem ALTAYLI’nın romanıyla kıyaslamaktı.
İlk kitap olmasına rağmen pek fena sayılmaz dedim ilk sayfalarda. Dört yüz seksen sayfa boyunca ne anlattığını da merak ediyordum doğrusu. Ancak okudukça romanın beni içine çektiğini gördüm. Kitabın ilk yarısındaki bölümleri heyecan içinde okudum. İkinci yarısı ise gerçekten nefes kesiciydi.
Beklediğim gibi fantastik edebiyatın ucube karekterleriyle değil, günümüz insanının yansıması olan, bazılarını 'ben' sandığım sıcak karekterlerle karşılaştım. Haspolat zihninde yarattığı diyarların bir resmini çiziyor, bir filmini çekiyor ve adeta izlettiriyordu bana.
Bazı sayfalarda hüzünlendim, bazı sayfalarda güldüm ama sıkılmadım. Romanın ikinci bölümündeki 'Üçün Güzelliği'nden sonra kitabı elimden bırakamadım desem abartmış sayılmam. Romanı okuyup da bitirnceye kadar sürekli aynı soruyu sordum kendime “Acaba nasıl toparlayacak?” Ancak son yirmi sayfasında adeta şok yaşadım. Karanlık bir salona girdiğinizde spot lambaların aniden yanışı gibi aydınlatıyordu okuru. 460 sayfa boyunca attığı düğümü son yirmi sayfada inanılmaz bir şekilde çözüyordu.
Fantastik yazında Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter tarzından çok Da Vinci Şifresi gibi sırlarla dolu bir kurgu görünce karşımda “ bizim de kendi fantastik edebiyatımız oluşmaya başlıyor” dedim içimden.
Romanı bitirdikten sonra bu duygularımı diğer İzedebiyat okuyucularıyla paylaşmak için bazı notlar aldım. O notları sizlerle paylaşmak istiyorum...
Haspolat hayatın degişmez gerçeği olan ölümle hayatın kendisini öyle içiçe işlemiş ki; okur, romanı okurken bu gerçeğin iyice içine işlediğini ve hayata bakış açısınının yavaş yavaş değiştiğini fark ediyor.
İlk satırından başlayarak içine girilen dünyanın mükemmelliği, anlatımın kusursuzluğu, evrendeki kusursuz yaratılmışlığa bir gönderme olarak nitelendirelebilir. Romanın bütünlüğü, son satırı okunduğunda okuru bir büyü gibi etkisi altına alıyor.
Başından sonuna kadar heyecanın bir saniye bile dinmediği bu uzun hikayede, verilen sırların düğüm ve çözüm noktalarındaki yerlerin seçimi okuyucuyu romanın içine çeken kapının anahtarları gibi duruyor.
İlk bakışta romanda karekter ve mekan tasvirinin derinlemesine ele alınmadığı düşünülse de , hikaye ilerledikçe tasvirlerin zihinlerde oluşturduğu resimler okuyucuyu derinden etkilemektedir. Çünkü hem karekterler hem de mekanlar, olayların örgüsü içindeki ipuçları okuyucunun fikirlerinin bir birleşimi gibi ortaya çıkıyor. Okuyucu olarak romandaki karakterlerden biri olmamak ve bütün hikayeyi onlarla birlikte yaşamamak elde değil.
Romanın en güçlü yönlerinden biri kullanılan ‘geri dönüşler’dir. Bu kısımlardaki anlatımın yoğunluğu ve gücü, hikayeyi beyaz perdede izliyormuş gibi zihinde canlandırabilmekten kaynaklanıyor. Okur karekterlerin düşüncelerinin içine girerek onlarla geçmişlerine, hatıralarına gidip yaşadıkları olayların kahraman üzerindeki etkisini kendi gözleriyle görüyor.
Romanın kahramanları arasındaki diyaloglar oldukça etkileyici. Yapılan betimlemeler ve tasvirler , zaman, mekan ve kahraman bütünlüğünü etkileyici bir yapıya büründürüyor. Haspolat karekterlerine öyle hakim ki yaptığı tahliller sayesinde okuyucunun onları iyi tanıma, haklarında düşünme, yorum yapma gücü artıyor. Okur romandaki pek çok gizemli hikayede kahramanlardan biriymiş hissine kapılıyor ve olayları adeta kendisi yaşıyor. Kahramanların karmaşık dünyalarına bu kadar kolay girmek, onların dünyalarını keşfetmek, ruhlarının gizli kalmış bahçelerinde dolaşmak okuyucu için oldukça keyifli bir serüvene dönüşüyor.
Kurgu oluşturulurken kullanılan teknik ve zeka hayranlık uyandırıcı. Olayların nasıl bu kadar sıkıcılıktan uzak, yalın ama şiir gibi bir dille anlatıldığı şaşkınlıkla okunmaktadır. ‘Bu konuda tam da bunu demek istemiştim’ ya da ‘hissettiğim tam olarak buydu’ demenin kişiye verdiği hazzı defalarca yaşatıyor.
Diyaloglar baştan sona ‘bu diyalog neden burada? sorusunu sordurmayacak kadar doğru sıralanmış. Tıpkı bir yap-bozun parcaları gibi yerleştirilmiş romana. Her karekter öylesine güzel ifade ediyor ki kendini; okur, yazarın bütün bu karekterleri içinde barındırdığını düşünmekten kendini alamıyor.
Özelikle tartışmalarda keyifli anların okuyucuyu beklediğini söyleyebilirim. Güzel dili, pırıltılı zekası ile yazar okuyucuya ölümü kullanarak hayatı yaşatıyor.
“Ölüm aşkla hiç bu kadar bütünleşmedi” cümlesinin neden kitabın afişine koyulduğunu romanın son satırını okuduktan sonra anlıyor ve “daha güzel bir cümle olamazdı” diyor insan içinden.
Türk Edebiyatı’nda önemli bir yer tutacak olan bu romanı ilk defa bu sitede yayınlandı. Bir çok okuru onunla tanıştıran İzedebiyat’a teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Böylece bu sitenin edebiyat dünyasına yaptığı hizmetin de boyutu bir kez daha ortaya çıkıyor.
Şimdi İzedebiyat’ta başlayıp da yayın hayatına atılacak diğer romanları bekliyoruz. Teşekkürler İZEDEBİYAT ve teşekkürler Mutlu HASPOLAT...
|
|
|
|
|
|
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş! |
|
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Mona Roza'dan
|
|
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
Geri Gelen Mektup'tan |
|
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
Geri Gelen Mektup'tan
|
|
İyi ki hür doğurmuş beni anam
iyi ki gözümün önünde
tükürmüş paraya babam
iyi ki yırtık bir minderde uyumuşum
iyi ki çaya doğranan ekmekmiş mamam
ve tek oyuncağımmış
telden yapılmış arabam... |
|
|
|
|
|
|
|